e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Yehuda Halevi Aşlag (Baal HaSulam) > Kabala Kütüphanesi > Şamati (Duydum) Makaleleri > 16- Çalışmada Efendinin Günü ve Efendinin Gecesi Nedir?

16- Çalışmada Efendinin Günü ve Efendinin Gecesi Nedir?

1941’de Kudüs’te duydum

Bilgelerimiz ayet hakkında şöyle der: “Efendinin gününü arzulayanların vay haline! Neden Efendinin gününe ihtiyacınız olsun? O karanlıktır, ışık değil” (Amos 5): “Işığı bekleyen bir horoz ve yarasa hakkında bir alegori vardır. Horoz yarasaya der ki, ‘Ben ışığı bekliyorum, çünkü ışık benimdir. Ama sen, onun ışığına neden ihtiyaç duyasın ki?” (Sanhedrin 98b). Yorum şudur: Yarasanın görecek gözleri olmadığına göre, güneş ışığından ne kazancı olabilir? Tam tersine, gözleri olmayan biri için güneş ışığı sadece daha karanlık hale getirir.

Bu alegoriyi anlamalıyız, yani gözlerin metinde “Efendinin günü” olarak adlandırılan Yaradan’ın ışığına bakmakla nasıl bağlantılı olduğunu anlamalıyız. Bu konuda yarasayla ilgili, gözleri olmayan birinin karanlıkta kalmasıyla ilgili bir alegori vermişlerdir.

Ayrıca Efendinin gününün ne olduğunu, Efendinin gecesinin ne olduğunu ve aralarındaki farkın ne olduğunu da anlamalıyız. İnsanların gününün güneşin doğuşuyla ortaya çıktığını anlarız, peki ama Efendinin gününü nasıl anlarız?

Bunun yanıtı, güneşin ortaya çıkmasıdır. Başka bir deyişle, güneş yeryüzünde parladığında buna “gün” deriz. Güneş parlamadığında ise buna “karanlık” deriz. Yaradan için de durum aynıdır. Güne “ifşa”, karanlığa ise “yüzün gizlenmesi” denir.

Bu demektir ki, yüzün ifşası olduğunda, bu, kişi için gün gibi açık olduğunda, buna “gün” denir. Bilgelerimizin ayet hakkında söylediği gibi, “‘Katil, yoksulları ve düşkünleri öldürmek için gündüzleri uyanır; geceleri ise hırsız gibidir’. ‘Ve geceleyin, o bir hırsız gibidir’ dediğine göre, ışığın gündüz olduğu sonucu çıkar. Orada diyor ki, eğer mesele sizin için ruhların üzerine gelen ışık kadar açıksa, o bir katildir ve ruhunda onu kurtarmak mümkündür” (Psachim 2). Böylece, “gün” konusunda Gemara’nın bunun gün kadar açık bir mesele olduğunu söylediğini görürüz.

Dolayısıyla Efendinin günü demek, Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan formunda yönettiği rehberliğin açık olacağı anlamına gelir. Örneğin, kişi dua ettiğinde, duası hemen kabul edilir ve dua ettiği şeyi alır ve kişi nereye dönerse dönsün başarılı olur. Buna “Efendi’nin günü” denir.

Öte yandan, gece olan karanlık, yüzün gizlenmesi anlamına gelir. Bu da kişiyi iyi ve iyilik yapmanın rehberliğinde şüphe ve yabancı düşünceler getirir. Başka bir deyişle, rehberliğin gizlenmesi kişiye tüm bu yabancı görüş ve düşünceleri getirir. Buna “gece” ve “karanlık” denir, yani kişi dünyanın kendisi için karardığını hissettiği bir durum deneyimler.

Şimdi yazılanları yorumlayabiliriz: “Efendinin gününü arzulayanların vay haline! Efendinin gününe neden ihtiyacınız olsun ki? O karanlıktır, ışık değil.” Mesele şu ki, Efendinin gününü bekleyenler, onlara mantık ötesi bir inanç verilmesini bekliyorlar demektir, bu inanç o kadar güçlü olacaktır ki, sanki Yaradan’ın dünyayı iyi ve iyilik yapan bir şekilde gözettiğini gözleriyle, kesin olarak göreceklerdir.

Başka bir deyişle, onlar Yaradan’ın dünyayı İyilik Yapan İyi olarak nasıl yönettiğini görmek istemezler, zira görmek inançla çelişir. Başka bir deyişle, inanç tam da akla karşı olan yerdedir. Ve kişi aklına karşı olan şeyi yaptığında, buna “mantık ötesi inanç” denir.

Bu, Yaradan’ın yaratılanlar üzerindeki rehberliğinin iyi ve iyilik yapma tarzında olduğuna inandıkları anlamına gelir. Bunu mutlak bir kesinlikle görmeseler de, Yaradan’a “İyi ve iyilik yapma niteliğini mantık dahilinde görmek istiyoruz” demezler. Aksine, bunun içlerinde mantık ötesi bir inanç olarak kalmasını isterler, ama Yaradan’dan kendilerine öyle bir güç vermesini ve bu inancın öyle güçlü olmasını isterler ki, sanki bunu mantık dahilinde görüyorlarmış gibi, akılda inanç ve bilgi arasında hiçbir fark kalmasın. Bu, Yaradan’a bağlı kalmak isteyenlerin “Efendinin günü” olarak adlandırdıkları şeydir.

Başka bir deyişle, eğer bunu bilgi olarak hissederlerse, “üst bolluk” olarak adlandırılan Yaradan’ın ışığı, “ayrılığın Kelim [kapları]” olarak adlandırılan alma kaplarına gidecektir. Bunu istemezler çünkü alma arzusuna gidecektir ki bu da kişinin kendi iyiliği için alma arzusuna karşı olan Keduşa’nın [kutsallığın] zıttıdır. Bunun yerine, Yaradan’a bağlı kalmak isterler ve bu sadece form eşitliği yoluyla olabilir.

Ancak, bunu başarmak yani kişinin Yaradan’a bağlı kalmak için arzu ve özlem duyması için, kişi sadece kendi yararı için alma arzusu doğasıyla doğduğuna göre, doğasına tamamen aykırı olan bir şeyi başarmak nasıl mümkün olabilir? Bu nedenle, kişi ikinci bir doğa olan ihsan etme arzusunu edinene kadar büyük çaba sarf etmelidir.

Kişiye ihsan etme arzusu verildiğinde, üst bolluğu almaya nitelikli hale gelir ve bunu lekelemez, zira tüm kusurlar yalnızca kendisi için alma arzusundan kaynaklanır. Öyle ki, ihsan etmek için bir şey yaparken bile, derinlerde bir yerde şu anda gerçekleştirmekte olduğu bu ihsan etme eylemi karşılığında bir şey alacağı düşüncesi vardır.

Kısacası, insan eyleminin karşılığında bir şey almazsa hiçbir şey yapamaz. Başka bir deyişle, kişi zevk almalıdır ve kişinin kendi çıkarı için aldığı herhangi bir zevk, bu zevk, ayrılık nedeniyle Yaşamların Yaşamından ayrılmasına neden olmalıdır.

Dvekut [bütünleşme] form eşitliğiyle ölçüldüğünden, bu kişinin Yaradan’a bağlı kalmasını sona erdirir. Dolayısıyla, kişinin kendi güçlerinden bir alma karışımı olmadan saf ihsan etmeye sahip olması imkânsızdır. Bu nedenle, kişinin ihsan etme güçlerine sahip olması için ikinci bir doğaya ihtiyacı vardır, ki böylece form eşitliğine ulaşma gücüne sahip olsun.

Başka bir deyişle, Yaradan verendir ve hiçbir şey almaz, çünkü O hiçbir şeyden yoksun değildir, bu da verdiği şeyin bir eksiklikten kaynaklanmadığı ve verecek kimsesi yoksa bunu bir eksiklik olarak hissettiği anlamına gelir.

Aslında bunu bir oyun olarak algılamalıyız. Bu da O’nun vermek istediğinde buna ihtiyacı olduğu anlamına gelmez. Bunun yerine, tüm bunlar bir oyun gibidir. Bilgelerimizin kraliçe hakkında şöyle dedikleri gibi: “Yaradan dünyayı yarattıktan sonra ne yapar?” diye sormuştur. Cevap, “Oturur ve bir balinayla oynar” olmuştur, şöyle yazıldığı gibi, “Bu balinayı oynamak için yarattın” (Avoda Zarah, s 3).

Balina meselesi Dvekut ve bağ ile ilgilidir (“insanın açılışına ve bağlarına göre” yazıldığı gibi). Bu, Yaradan’ın yaratılanlarla bağı olan amacın sadece bir oyun olduğu anlamına gelir; bir arzu ve ihtiyaç meselesi değildir.

Bir oyun ile bir arzu arasındaki fark, arzunun, arzunun içinde gelen her şeyin bir gereklilik olmasıdır. Kişi arzusunu gerçekleştiremezse eksiktir. Ancak oyunlarda, kişi istediği şeyi elde edemese bile, “Planladığım şeyi elde edememiş olmam o kadar da kötü değil çünkü o kadar da önemli değil” dedikleri üzere, bunu bir eksiklik olarak görmez. Bu böyledir çünkü ona duyduğu arzu sadece bir oyundur ve ciddi değildir.

Buradan şu sonuç çıkar ki, kişinin tüm amacı yaptığı çalışmanın tamamen ihsan etmek olması ve yaptığı çalışmadan haz almak için herhangi bir arzu veya özlem duymamasıdır.

Bu yüksek bir derecedir, çünkü Yaradan’da olan budur. Ve buna “Efendinin günü” denir. Efendinin gününe “bütünlük” denir, şöyle yazıldığı gibi, “Sabahın yıldızları karanlık olsun; ışığı arasın ama bulamasın,” çünkü ışık bütünlük olarak kabul edilir.

Kişi ilk doğası olan alma arzusundan sonra Yaradan’ın kendisine verdiği ikinci bir doğayı, ihsan etme arzusunu edindiğinde, artık ihsan etme arzusunu da edinmiş olur ve o zaman kişi Yaradan’a bütünlük içinde hizmet edebilecek niteliklere sahip olur. Bu “Efendinin günü” olarak kabul edilir.

Dolayısıyla, Yaradan’a ihsan etme tarzında hizmet edebilmek için ikinci bir doğa ile ödüllendirilmemiş olan ve bununla, yani ihsan etme ile ödüllendirilmeyi bekleyen, yani bu gücü edinmek için zaten elinden geleni yapmış olan kişi, Efendinin gününü, Yaradan’la form eşitliğine sahip olmayı bekliyor olarak kabul edilir.

Kişi, Efendinin günü geldiğinde, çok sevinir. Kendisini Yaradan’dan ayıran, kendisi için alma arzusunun kontrolünden çıktığı için mutludur. Şimdi Yaradan’a tutunur ve bunu zirveye yükseliş olarak görür.

Çalışması sadece kendi için almada olan kişi için durum tam tersidir: Çalışmalarından bir ödül alacağını düşündüğü sürece mutludur. Alma arzusunun, çalışması için herhangi bir ödül almayacağını gördüğünde, üzülür ve tembelleşir. Bazen başlangıçtan şüpheye düşer ve “Ben bunun üzerine yemin etmedim” der.

Böylece, dahası, Efendinin günü ihsan etme gücünü edinmektir. Eğer bir kişiye, “Tora ve Mitzvot’la uğraşmaktan elde edeceğin kazanç bu olacak” denilseydi, “Bunu ışık değil, karanlık olarak görüyorum” derdi, zira bu bilgi kişiyi karanlığa götürür.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,104